Yaşlı ve ulu kestane, çınar ağaçlarının arasından geçerek ormanın içinde ilerlemeye başlıyoruz. Açıklıklara göre ormandaki hava daha serin, rahatlıyoruz. Paul; ilk defa bu kadar büyük kestane ağaçları gördüğünü söylüyor, bu kestanelerin sahipli olduğunu söylüyorum.
Kermes meşelerinin oluşturduğu çalıların arasından geçerken, yapraklarındaki dikenler kollarımızı çiziyor. Bir süre sonra Kanlı çınar ağacının dibinden çıkan kaynaktan doğan dereye varıyoruz. Yaz mevsimindeyiz su çok azalmış. Dereyi takip ederek tırmanmaya başlıyoruz, zirvede uçurumdaki Kanlı çınar görünüyor. Ağacın köklerinin bir kısmı topraktan dışarıya sarkmış ve uçlarından bulanık sular akıyor.
Topraktaki bazı minaraller eriyince, su koyu kırmızı bir renk almış. Derenin karşı kıyısına geçerek,
Nazlı ve Yusuf'un mezarı olduğu söylenen kayanın da bulunduğu çınar ağacının dibindeki düzlüğe dolanıyoruz.
Zamanla çınar ağacının çürüyen gövdesinin içinde üç - dört insanın rahatlıkla sığacağı büyüklükte bir kovuk oluşmuş. Yanık izlerinden içinde zaman zaman ateş yakıldığı anlaşılıyor. Dallarına ve etraftaki çalılara, gelenler dilek için bez parçaları bağlamışlarlar. Etrafta define avcıları tarafından kazılmış çok fazla çukur var hatta bazıları daha yeni kazılmış.
Kanada'lı bir botanikci olan Paul, bitkilerin toplumların kültüründeki yerini ve önemini araştırmak için bir kaç kez
Türkiye'ye ve
Ortadoğu'ya gelmiş, Arapça ve Türkçe biliyor. Son derece neşeli ve sevecen bir insan, doğayı çok sevdiği her halinden belli oluyor. Bitkilerin bazı toplumların kültüründe çok önemli bir yerinin olduğunu, hatta onları doğa üstü varlıklar olarak gördüklerini, bu nedenle Antik çağlardan beri her toplumda bitkilerle ilgili anlatılan çok fazla mit olduğunu söylüyor.
Bu arada eşimin hazırladığı börek ve poğaçaları çınar ağacının kovuğunda yiyoruz. Paul bu ağacın hikayesini merak ettiğini söylüyor ve sözlerimi kaydetmek için videoyu açıyor.
Daha önce buraya geldiğimde dinlediğim efsaneyi anlatıyorum; Zengin bir beyin kızı olan Nazlı, babası evlenmelerine izin vermediği için çobanları olan Yusuf'la, babasının altınlarını çalarak kaçar. Yusuf; çok sevdiği davarlarından ayrılmakta acele etmeyince, beyin adamları onları bir çınar ağacının kovuğunda uyurken bulur ve öldürürler. Cenazeleri kimse bulmasın diye de kovuğun üzerine büyük bir kaya kapatırlar ancak her yeri aramalarına rağmen altınları bir türlü bulamazlar.
Halk; bu olayın tek şahidinin çınar ağacı olduğuna ve dibinden kaynayan suların o günden sonra, Nazlı ve Yusuf'un kanı karıştığı için kırmızı akmaya başladığına inanır bu nedenle de çınara "kanlı çınar" denir. Nazlı'nın sakladığı altınları arayan birinin uçurumdan düşerek ölmesinden sonra da ağacın altınları koruğuna inanılır.
Dönerken Paul'a ağaçların duyguları olup olmadığını soruyorum. İnsanlar gibi olmasa da ağaçların da bazı şeyleri hissettiğini, hatta birbirleri ile haberleşerek yardımlaştığını söylüyor. Çevredeki bazı anıt ağaçları Paul'a gösterdikten sonra onu otele bırakıp eve dönüyorum.
O gece bir türlü uyuyamıyor ve kalkıp salondaki kanepeye uzanıyorum. Rüyamda; Nazlı'nın ağaca sakladığı altınların yerini buluyorum bu sırada ağacının dalları birer yılan olup üzerime doğru gelmeye başlıyorlar. Eşimin sesi ile uyanıyorum, kalk yatağana git yine ne gördün rüyanda diyor.
.
Paul ile sabah tekrar buluşuyor ve hikayesi olan bir başka ağacı bulmak için yollara düşüyoruz. Yolda ona gece gördüğüm rüyayı anlatıyorum. Nazlı'nın sakladığı altını bulunca çınar ağacının dallarının yılan haline gelerek bana saldırdıklarını söylüyorum.
Paul gülerek
define avcılarının şimdiye kadar neden Nazlı'nın altınlarını bulamadıkları anlaşılıyor diyor.