28 Ekim 2013

DÜNYANIN GÖZBEBEĞİ & AMASRA

Tarih 17.10. 1460, Fatih orduları ile Dünyanın Çeşm-Cihan  ( Dünyanın Gözbebeği ) dediği  Amasra sırtlarına (Bakacak ) gelir. Mavi ile yeşilin kuçaklaştığı muhteşem manzara karşısında çok etkilenir ve yanında bulunan danışmanına; 'Lala, Çeşm-i Cihan bu mudur, ola?', ünlü sorusunu yöneltir. Fatih, bu güzel şehrin zarar görmemesi için savaşmadan  teslim olmasını ister. Cenovalılar, karadan ve denizden kuşatılan Amasra'yı savaşmadan  teslim ederler.

Gelelim bunları niçin anlattığıma; Amasra ve  çevresinde düşük kaliteli ama çok zengin kömür yatakları bulunmaktadır. Bu nedenle,  burada elektrik elde etmek için  bir termik santral yapılmak istenmektedir. Bu konudaki çalışmaların hangi aşamada olduğunu bilmiyorum, ancak bir doğa sever olarak bundan son derece  endişe ediyorum. Çünkü, burada kurulacak bir termik santralin yaratacağı olumsuzlukları düşünmek bile beni çok rahatsız ediyor. Kimse bu konuda çevreye zarar vermeyecek, enerjiye ihtiyacımız var gibi sözlerle insanları aldatmasın!
Bir de çok iyi bir şey yapılıyormuş gibi kurulacak santralin adını 'Çeşm-i Cihan'  koyacaklarmış, pes doğrusu! Yılda beşyüzbin turistin gezdiği burayı artık merak edip de gelen olursa, 'Çeşm-i Cihan' diye zehir saçacak olan  bu termik santral gösterirler herhalde!

Böyle bir yazı ile canınızı sıktığımın farkındayım, umarım böyle bir şey olmazda Amasra'nın bu doğal güzellikleri yine hep böyle kalır. Aksi takdirde çocuklarımız, gelecek nesiller bizi hiç affetmeyecektir!
.
Kurban Bayramı'nda katıldığımız Batıkaradeniz turu  içinde , Amasra'yı bir daha gezme fırsatı buldum ( 16.10.2013 ).  Aslında Amasra bana yabancı bir yer değil, kızımın Bartın'da oturması nediniyle daha önce de buraya bir kaç kez gelmiştim. Amasra, gerçektende doğası, tarihi eserleri ile gezilip görülmesi gereken çok güzel  bir yer. Görmeyenlere tavsiye ederim.

'Dünyanın Gözbebeği' denilen Amasra'yı,  bir de benim objektifimden ve gözlemlerimle tanımak  istermisiniz?  Belki bir gün yolunuz düşer, bilginiz olsun.

Fatih'in , 'Lala,çeşm-i cihan bu mudur ,ola? ' dediği  Bakacak'tan, bugünkü  Amasra'nın görünüşü
Kuşkayası Yol Anıtı
Kuşkayası Yol Anıtı M.S. 41-54 tarihleri arasında, Roma İmparatorluğu zamanında buranın dinlenme yeri olduğunu göstermek amacı ile yaptırılmıştır. Anadoluda başka örneği yoktur.Tek bir kaya üzerine oyularak yapılan anıt bir asker ve kartal motofinden oluşmaktadır, her ikisininde başları kırılmıştır. Anıtla ilgili iki kitabeden biri okunmuştur..

Kuşkayası üzerinde yer alan kitabe
Roma kaya yolu
Kuşkayasının önünden geçen Roma kaya yolunun son izleri. Bir zamanlar nal seslerinin
 eksik olmadığı bu yollar şimdi sesiz ve yosun tutmuş.   


Amasra Müzesi ( Eski Bahriye Mektebi )
Amasra'da ilk defa  1955 yılında Belediye içinde küçük çaplı bir müze açılmıştır. Daha sonra 1884 yılında  Bahrye mektebi olarak yapılan bugünkü  tarihi bina restore edilerek  müze  bu binaya taşınmıştır ( 1976 ). Müzede arkolojik ve etnografik eserler sergilenmektedir. ( Ne acıdır ki,  bu bina yapılırken ilk çağdan kalma olan anıt çeşmenin  ' Nyinphaeum ' sökülen taşları kullanılmıştır.)
Fatih ve Mahmud Paşa
Amasra'yı 17 ekim 1460 yılında feteden Fatih Sulta Mehmed, denizden Amasra'yı kuşatan veziriazam Mahmud Paşa ile.
Amasra'daki bu parkı, zaman zaman Karadenizde de görülen sevimli bir Yunus  balığı heykeli süslüyor.
Direkli kaya / Küçük liman.
Eskiden deniz feneri bulunan burası, daha sonraları, kraliçe Amastrist'in özel havuzu olarak kullanılmıştır.Yolu olmamasına rağmen, Amasralılar bu yüzden buradan denize girmeyi çok seviyorlar. 
Kemere köprüsü
Amasra'yı  Boztepe'ye ( ada )  bağlayan  bu köprü Romalılar zamanından kalma olup halen kullanılmaktadır..
Kemere köprüsünü  Boztepeye bağlayan surlardaki bu  kapıdan ( geçit ) ancak küçük taşıtlar geçebiliyor. 
Amasra Kalesi
Kalenin bazı kısımları yıkılmış ve bakımsız..
Fatih camii
Amasra kalesi içindeki bu yapı ilk defa Bizanslılar döneminde kilise olarak yapılmıştır. Fatih 1460 yılında Amasra'yı alınca camiye çevrilmiştir. Bu caminin bir özelliği de,  cuma hutbesinin burrada hala 'kılıç çekilerek' okunmasıymış.( Hz.Muhammed'in Mekke'yi fethi ile başlıyan bu gelenek zamanla unutulmuştur.)
Büyük liman.( Plaj )
Bir yarımada olan Amasra'nın batısında kalan koya Küçük liman, doğusunda kalana büyük koya ise Büyük liman deniyor.
Genel olarak dar gelirli ailelerin yaşadığı kale içi. Saksılara bakarmısınız! 
Kale içi
Beni televizyoncu sanan bu yaşlı teyzeler fotoğraflarını çekmeme izin verdiler.Bir süre sohbet ettik,
burada yaşamayı seviyorlar.

Barış Akarsu Heykeli
Amasralılar, 2007 yılında bir trafik kazasında genç yaşta ölen değerli sanatcı Barış Akarsu'yu da unutmamışlar.
Şehit Madenciler Anıtı
Şehit madencilerimiz anısına  yaptırılmış olan bu anıtın kaidesinde Orhan Veli Kanı'ın şu mısraları yer almaktadır.' - Siyah akar Zonguldağın deresi -Yüz karası değil,kömür karası - Böyle kazanılır ekmek paraı.' 
Kraliçe Amastris
Bugünkü Amasra, M.Ö. 300-286 yıllarında Büyük İskender'in baldızı olan Kraliçe Amastris tarafından sayfiye yeri olarak kurulmuştur. Amasra ilk defa ise M.Ö. 12.yüzyılda Fenikeliler tarafından kurulmuştur, o zamanki adı Sesemos'muş, daha sonra şehir Miletosluların, Kimmelerin ve Perslerin hakimiyetine girmiş.
Persleri yenen Makedonya İmparatoru Büyük İskender ayni zamanda hükümdarın yeğeni ile evlenmiş, baldızı olan Amastris'i de Hereklia ( K.Ereğlisi ) Tiranı ile evlendirmiş. Kocası ölünce Amastris Sesemos'a gelerek şehri yenden kurmuş  ve sanat eserleriyle süslemiş, adına para bastırmış. Bugünkü adını kraliçe Amastris'ten alan Amasra şehri daha sonra Pontusluların ve Romalıların eline geçmiştir. Roma İmparatorluğunun bölünmesinden sonra, Fatih'in 1460 yılında burayı almasına kadar ise şehri  Cenovalı tacirler yönetmiştir..
Tavşan adası
Üzerinde kilise ve manastır kalıntıları bulunan bu adacığa yıllar önce  bırakılan  ve halen yaşamakta olan tavşanlardan dolayı  bu ad verilmiş. Adaya ulaşım deniz yolu ile olmaktadır.

Tavşan adası  kuşlara da ev sahipliği yapıyor.
Kemere Köprüsü, Amasra'yı Boztepe'ye karadan bağlamak amacı ile yapılmış.
Boztepe'den Amasra.
Amasra'yı denizden de seyretmek çok kolay ve zevkli. Kıyıda bekleyen teknelerle,
Tavşan adasının etrafından dolaşarak geri geliyorsunuz.
Kemere köprüsünden Tavşan adası
Ağlayan ağaç
Ağlayan ağacın denizden görünüşü. Boztepe eteklerinde bulunan ve halkın 'Ağlayan ağaç ' dediği bu selvi ( servi ) ağacını daha önce ki bir yazımda anlatmıştım.Merak edenler okuyabilir.http://kadirbekci53.blogspot.com/2011/07/aglayan-agac.html
Haydi rast gele...
Turizmden sonra Amasra'nın en önemli geçim kaynaklarından biri de balıkçılıktır.Buradaki lokantaların en meşhur yemeğinin balık ve salata.olması da bunu gösteriyor. 
Surlar
ŞAPEL ( Küçük kilise, 9. yüzyıl, Bizans eseri  )
( Şapelle ilgili kapıdaki  bilgiyi aynen aktarıyorum.).
'Giriş holünde mihrabında hristiyanlığın  kutsal resimleri (  freskler ) vardı.13.yy'a kadar ortodoks ayinlerinin yapıldığı bir şapeldi. Amasra kalesi Cenovalılara geçince podesta ( yönetici ) şatosunun şapeli oldu.
Fatih Sultan ( II ) Mehmet 1460'ta Amasra'yı alınca kaleye yerleşen müslüman Türkler işlevsiz kalan kiliseyi korumaya çalışsalarda zamanın tahribine yenik düşen yap harap oldu.1963ve 2003'te iki kez Kültür Bakanlığınca onarıldı. İçerdeki fresklerden çok az iz kalmıştır. Halen Amasra Müzesinin Kültürevidir.'

Amasra kalesi
 (Kale ile ilgili tabelada  şu bilgilere yer verilmiş )
'Amasra kalesi ilk kez Romallılar döneminde, bugün ayakta duran surlar ise Bizanslılar döneminde yapılmıştır. M.S:14 ve 15.yüzyıllarda Cenovalılar tarafından ön duvarlar ve kapılar yapılarak daha iyi bir savunmaya alınmıştır. Surlar, Boztepe ve Zindan mahallesinden oluşan iki ada kütlesini çevrelemektedir ve bu iki ada Kemere adı verilen Roma döneminde yapılmış bir köprü ile birbirine bağlanmaktadır. Surlar büyük blok taşlarla inşa edilmiş olup, kare şeklinde kulelerle tahkim edilmiştir. Amasra kalesi ortaçağ havasını günümüze yansıtan önemli kalıntılardandır.'

Kaleden Amasra'nı görünüşü.

Amasra
Amasra Haritası: http://www.netkayit.com/turkiye-haritasi.php?uydudan=Bartin-Amasra

22 Ekim 2013

YEDİGÖLLERDEN SONBAHAR MANZARALARI

Kış mevsiminin her gün biraz daha  yaklaştığı  şu günlerde, sonbahar bütün güzelliklerini sunmaya devam ediyor. Ülkemizin bazı bölgelerinde, kış mevsiminin şimdiden soğuk  yüzünü göstermeye  başlaması nedeniyle, doğanın bizlere sunduğu bu muhteşem şovu kaçırmamak için bir an önce ormanlara, göl ve dere kıyılarına gitmekte acele etmeliyiz.
.
Sonbahar mevsiminin gelmesiyle beraber ağaçlar kış uykusuna hazırlanmaya başlarlar, önce yapraklarının rengi değişir, daha sonra da dökülürler. Bu durum insana hüzünlü bir mutluluk verir. Peki bunun nedeni nedir? Ağaçların yapraklarının rengi  sonbaharda neden renk değişir ve daha sonrada dökülürler?

Bir fıkraya göre; tanrı yeryüzüne baktığı zaman hangi mevsim olduğunu  anlaması için, doğa her mevsim başka bir renge bürünmüş.

Olaya bilimsel açıdan bakarsak; bitkilere renk veren üç farklı  pigment bulunmaktadır. Bunlardan en etkilisi, fotosentez için de çok önemli olan klorofil olup bitkiye yeşil renk vermektedir. Yapraklar bir fabrika gibi çalışarak bitkinin topraktan aldığı suyu ve havadan aldığı karbondioksit gazını güneş enerjisiyle, oksijen ve glikoza  dönüştürür ( fotosentez), yani kendi besinini üretir. Sonbaharda havaların soğuyup, güneş ışınlarının ve suyun azalmasıyla bitki fotosentez yapmamaya başlar, bu nedenle  klorofil azalarak parçalanıp yok olur, bu durumda diğer renk pigmentleri, karoten ve astosiyan  ortaya çıkarlar. Yapraklar dökülmeden önce bu iki pigmentin oluşturduğu sarı, turuncu, kırmızı ve kahverengini alır.
Yaprağı dökülen bitkilerin büyümesi durur, su ve besin  ihtiyaçları en aza iner. Bitki dökülen yaprakları ile biriken atık maddelerden kurtulurken, ayni zamanda toprağın gübre ihtiyacını da karşılamış olur.

Sonbahar mevsiminin yurdumuzda en güzel olduğu yerlerin başında Batıkaradeniz Bölgemiz gelir. Geniş yapraklı ormanların daha bol olduğu bu bölgede; özellikle Yedigöller ve Abant gölü bu mevsimde görülmesi gereken yerlerin başında gelmektedir.

Tam bir ağaç denizi olan, Bolu ilimizin Mengen ilçesinde bulunan Yedigöller Milli Parkı 1965 yılında kurulmuştur.  Daha çok kayın ağaçlarının oluşturduğu bu ormanlar, sonbaharda  bir renk cümbüşüne dönüşmektedir.
Milli parka adını veren; Sazlıgöl, İncegöl, Nazlıgöl, Kurugöl, Deringöl, Büyükgöl ve Seringöl bir vadinin önünün heyelan sonunda kapanması ile  oluşmuşturlar.

Kurban bayramı tatili dolayısıyla ( 18.10.2013 ),  doğa dostu arkadaşlarla  gittiğimiz Yedigöllerden sonbahar manzaraları. İyi seyirler sevgili doğa dostları.

Yedigöller Milli Parkı Planı
Yedigöller Milli Parkı / Bolu

Yedigöller / Mengen

Deringöl 

Seringöl
Büyükgöl

Yedigöller / Mengen

Kayın ağacı / Yedigöller

Kurugöl


Nazlıgöl

Yedigöller

Yedigöller Milli Parkı / Bolu

İncegöl


Yedigöller'de sonbahar

Yedigöller

Sazlıgöl
Yedigöller


Batıkaradeniz gezisine katılan doğa dostu grubumuzla,  gezimizin son gün geldiimiz
Yedigöller'de  hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.

Yedigöler Haritası : http://www.e-sehir.com/turkiye-haritasi/yedigoller-milli-parki-bolu-nerede-nasil-gidilir.html

13 Ekim 2013

HAYIT AĞACI ( Vitex agnus - castus )

Hayıt , nam-ı diğer namus ağacı
Bu yazımda sizlere doğanın bizlere bir armağanı olan hayıt ağacından, nam-ı diğer namus ağacından söz edeceğim.  

Hayıt, kökünden çiçeğine, meyvesinden gövdesine kadar her şeyi ile insanlara çok yararlı ve tıbbi bir ağaç / çalıdır.  Bu nedenle dünyanın en faydalı bitkileri arasında kabul edilmektedir.

Anavatanı Akdeniz havzası olan hayıt, yurdumuzun güney ve batı  bölgelerinde  doğal olarak yetişmektedir. Maki formasyonu içinde yer almasına  karşı  kışın yapraklarını döker, nadir olarak ağaç olanlarına da rastlanmaktadır. ( http://www.gazetegercek.net/news_print.php?id=6125 )

Benim bu bitkiyle tanışmam, Seferihisar'da  çiçeklerim için toprak ararken oldu.  Burada eskiden beri çiçekleri hayıt toprağına dikerlermiş.  Gerçekten bu bitkinin dibinde oluşan topraklar, yaşlı köklerinin çürümesiyle oluştuğu için  gevşek ve humusca çok  zengin,  çiçek yetiştirmeye oldukça elverişli. 
Birde buralarda,  eskiden su kuyusu kazmak için o çevrede hayıt olup olmadığına bakılıyormuş. Hayıt, yer altı suyunun yüzeye yakın olduğunun işareti kabul edildiği için, su kuyuları da daha çok   buralara kazılıyormuş.

Hayıtın, ilk defa insanlar tarafından tanınması bundan 2500 yıl kadar önce Hipokrat sayesinde olmuştur. Tıbbın babası sayılan ünlü filozof, hayıtı yaraları tedavi etmek için kullanmıştır. Ancak, hayıt'ın esas dünyaca tanınması başka bir özelliğinin anlaşılmasından sonra olmuştur.
Hayıt ağacının bilimsel adı olan 'Vitex agnus - castus', Yunanca namus  kelimesinden esinlenerek bu bitkiye verilmiştir. Homeros'un İlyada destanında hayıt, namus simgesi olarak kullanılmıştır. 

Bu bitkinin namusla olan ilişkisine gelince;  Genel olarak erkeklerde cinsel gücü artırıcı /afrodizyak bitkiler çok tanınırken , hayıt ise  tam tersi antiafrodizyak olması daha çok  tanınmasına yol açmıştır. 
Peki, böyle bir bitkiyi kim niçin kullanır derseniz;  Bunun cevabını hristiyanlıkta  aramamız gerekiyor.  
Hristiyanlarda ( katolik mesebi ) din adamlarının evlenmemesi ve cinsel hayatlarının olmaması bu bitkiyi önemli hale getirmiştir. Nitekim bu nedenle hayıt'a, 'Namus ağacı', ' Rahip biberi ' gibi adlar verilmiştir. Manastırların çevrelerine hayıt dikilmiş olması da, bunun rahipler tarafından kullanıldığını göstermektedir.

Hayıtın günümüzde ki önemi ise daha sonra ortaya çıkmıştır. Hayıtın kadınlarda hormon dengesi üzerindeki olumlu etkisinin bilimsel olarak  kanıtlanmasından sonra, bu defa, 'kadın otu' olarak önem kazanmıştır. Hayıt tohumları  kadın hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır.

Hayıt meyveleri ezilerek evlerde baharat olarak da kullanılmaktadır, aynı zamanda çok iyi bir sakinleştiricidir. Hayıt bitkisinin gövdesinden ise sepet yapılmaktadır. Köklerinden ise ip boyamada, sarı boya olarak yararlanılmaktadır.

Hayıt yaprakları 5-7 parçalı olup açık bir ele benzer, bu özelliğinden dolayı hayıt, 'beşparmak otu' olarak da bilinir. Hayıt yaprakları da meyveleri gibi yararlıdır.

Hayıtlar yaz boyunca, başak şeklinde beyaz - mor ve tonlarında çok güzel kokulu çiçek açar. Hayıt çiçekleri arıcılık için de çok önemlidir. Hayıt balının değişik bir aroması ve kokusu vardır. Bazı hastalıklara da  iyi geldiği için  aranan bir baldır.

Ülkemizde doğal olarak yetişen hayıt, bazı ülkelerde tıbbi amaçlarla, bazı ülkelerde ise kokulu ve güzel çiçeklerinden dolayı süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir.
Kısaca hayıt, doğanın insanlara, özellikle kadınlara bir armağanı olup dört dörtlük bir bitkidir.


Hayıtlar başak şeklinde ve pembe-mor  renklerde kokulu çiçekler açarlar.
Hayıt çiçeği ve peygamberdevesi
Hayıtlar güneşe ve toprağın kimyasal yapısına göre değişik renklerde çiçek açar.
Hayıt ( vitex agnus-castus )



Sonbaharda olgunlaşan hayıt meyveleri siyahi bir renk alır.
Hayıt tohumu baharat olarak ta kullanılmaktadır.
Hayıt'a, yaprakları 5-7 yaprakçıktan olup ele benzediği için bu bitkiye  ' Beş parmak otu' da denir.

1 Ekim 2013

UNUTULMUŞ BİR MEYVE KEÇİBOYNUZU


Keçiboynuzu / Harnup  ( Ceratonia siliqua )

Anavatanı Akdeniz havzası ve Anadolu olan keçiboynuzu (Ceratonia siliqua ), baklagiller ( Fabaceae ) familyasından, herdem yeşil küçük bir ağaçtır. Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerimizde doğal olarak da yetişen bu ağacın ayni adı taşıyan meyveleri yenir.  Ancak, anavatanı Akdeniz havzası ve Anadolu olan bu veyve halkımız arasında fazla tanınmaktadır.  Halbuki; keçiboynuzu 5000 yıldır insanların severek yediği en eski meyvelerden biridir. Nitekim birçok dilde keçiboynuzu,'Yakup peygamberin ekmeği' olarak bilinmektedir. Çölde yaşayanlar; keçiboynuzunu tokluk hissi vermesi nedeni ile ekmek olarak yemişlerdir.

Keçiboynuzu çiçeği ( Ceratonia siliqua )
Keçiboynuzu çiçeği
(Ceratonia siliqua )
Ben bu bitkiyi  ilk defa bu yaz gittiğim Karaburun'da ( İzmir ) gördüm.  Fotoğraflardan bazılarını orada çekmiştim.  Daha önce gördümse de  dikkatımi çekmemişti.
Bir adı da harnup olan keçiboynuzu ağacı on beş yaşından sonra ürün vermeye başlıyormuş, önce yeşil olan bakla şeklindeki meyveleri, olgunlaşınca siyahi bir renge dönüşmektedir. Çok besleyici olan bu meyve, eskiden şeker yerine de kullanılıyormuş. 

Keçiboynuzu meyveleri toplu halde ve ağacın yaşlı dallarında oluşmaktadır. Çoğu ağaçtan farklı olarak, çiçeklerini  sonbaharda açmaktadır. Erkek ve dişi çiçekler bazen  aynı ağaçta, bazende  ayrı ağaçlarda bulunmaktadır. Gösterişsiz, taç yaprağı olmayan   çiçekleri kötü kokuludur.

Bir zamanlar sarrafların ağırlık ölçüsü olarak
 kullanılan keçiboynuzu tohumları.

Keçiboynuzunun bir özelliği de, tohumlarının ağırlıklarının her zaman büyüklükleri farklı olsa da aynı olmasıdır.( Her keçi boynuzu çekirdeği 0,2 gram veya 1 karat kabul edilir.) 
Bunu çok eski çağlarda keşfeden insanlar, keçiboynuzu tohumlarını elmas, altın gibi değerli madenleri tartmak için kullanmışlardır. 'Kırat' veya 'karat' denilen ağırlık ölçüsünün adı harnupun latince adı olan 'ceratonia' den gelmektedir. 

Şık ve güzel giyinenler için kullanılan; 'iki dirhem bir çekirdek' deyimi de buradan geliyormuş. Eskiden sarraflar iyi giyinen, hatırlı müşterilerine iki dirhem elmas ya da altın alınca, tartıya bir çekirdek fazladan koyarak jest yaparlarmış. Daha sonraları bu deyim; iyi giyinen insanlar için kullanılmaya başlanmış.
( Kaynak: Vikipedi )

Keçiboynuzu ağacı ( Ceratonia siliqua ) 
Keçiboynuzu, sıcak iklimlere özgü bir ağaçtır. Akdeniz ikliminin tanıtıcı bitkilerindendir, maki formasyonu içinde yer alır. Yurdumuzun Akdeniz, Ege ve Marmara  bölgelerinin kıyı kısımlarında  doğal olarak yetişen bu bitkinin tarımı da yapılmaktadır. Park ve bahçelere  süs bitkisi olarak da dikilmektedir.
Keçiboynuzu tohumdan ve aşı ile üretilmektedir (Ekilmeden önce tohumların bir süre suda bekletilmesi gerekmektedir).

Keçiboynuzu, eskiden beri tıbbi amaçla kullanılmıştır.  Bu konuda  şöyle bir hikaye de anlatılır. Lokman Hekim, hastaları tedavi etmek için köy köy gezermiş. Bir gün yolda  keçiboynuzu ( harnup ) ağaçlarını görünce; burada hastalık olmaz diyerek geri dönmüş.

Keçiboynuzu eskiden beri öksürüğe karşı  kullanılmıştır, sindirim  sistemini düzenler.  Ayrıca akciğer kanserine karşı koruyucu etkisi olduğu belirtilmektedir.  Düşük kalorili olmasına rağmen, insanı tok tutma özelliğine sahiptir. Harnup pekmezi tamamen doğal olup çok yararlı bir besin maddesidir.

Keçiboynuzu tohumları çok sert olduğu için süs
 eşyası yapımında da kullanılmaktadır.

Harnup tohumlarından elde edilen un; gıda sanayinde pek çok alanda kullanılmaktadır. Ayrıca çok sert olan harnup tohumlarından süs eşyası yapılmaktadır. Keçiboynuzu, dış pazara sattığımız orman ürünleri içinde ilk sırada yer almaktadır.

Keçiboynuzu meyveleri
( Ceratonia siliqua )
Yurdumuzda, keçiboynuzu gibi doğal olarak  bir çok yabani  meyve yetişmektedir. Yaban hayatı için oldukca önemli olan bu meyveler, sağlıklı beslenmemiz ve ekonomimiz açısından da önemlidir.  Sağlıklı bir şekilde beslenmek için, vucudumuzun doğal ürünlere  ihtiyacı vardır:  Bunların yerine  kimyasal ilaç ve gübre kullanılarak yetiştirilen meyve, sebze ve ithal ürünleri, hazır yiyecekleri tercih etmemeliyiz. 

Özellikle çocuklarımızın sağlıklı bir şekilde gelişmesi, büyük ölçüde beslenme şekillerine ve alışkanlıklarına bağlıdır.
Haydi, bu gün bir değişiklik yapalım. Çocuklarımızın beslenme çantalarına hazır yiyecekler yerine, doğal olarak yetişen bir meyve, bir  yiyecek  koyalım.

( Bu yayın son olaral 12. 01. 2023 tarihinde güncellenmiştir. )