Ormanda Tek Başına Yaşıyan Adamın Sırrı / Hikaye. |
Serin bir sonbahar günüydü, beş arkadaş ormanlık bir yerde gezmeye çıkmıştık. Ağaçların altı çalı, sarmaşık ve dikenli bitkilerle dolu olduğundan zor yürüyebiliyorduk. Yürürkeni sararıp dökülen yapraklardan kayıyor ve düşüyorduk. Sonunda orman içinde açık, ağaçsız bir alana gelmiştik. Arada bir köpek sesi duyuluyordu, avcıların olabilirdi.
Yıkılmış evler, bakımsızlıktan kurumuş meyve ağaçları, buranın terk edilmiş bir yerleşim alanı olduğu gösteriyordu. Çalılarının arasından akan derenin sesi, sanki bir enstrümandan çıkarmış gibi insanı büyülüyordu. Çok güzel bir yerdi. Bu nedenle öğle olmadığı halde, azıklarımızı burada su sesi dinleyerek yemeye karar veriyoruz.
Yemekten sonra etrafı dolaşan bir arkadaşımız, yukarıda bir kulübede yaşlı bir adamın oturduğunu söyleyince, merak edip adamı görmeye gidiyorum. Etrafıma yaşlı adamı görmek için bakınırken, birden heyecanlanıyorum. Yıllar önce bir deniz kazasında kaybolan, bu nedenle mezarı dahi olmayan babamı gördüm sanıyorum. Beyaz sakallı adam babama o kadar çok benziyor ki, içimi tuhaf bir duygu kaplıyor. Selam verdikten sonra, yanına oturuyorum. 'Hoşgeldiniz' diyor.
Ali Dayı Bulgaristan göçmeniymiş, Ayşe teyze ( eşi ) öldükten sonra burada tek başına yaşamaya başlamış. Köy, on beş yıl kadar önce 5 km. uzakta, yol kenarında bir yere taşınmış. Daha önce birkaç komşusu varmış, hepsi de ölmüş. 'Ben de ölünce artık burada kimse kalmıyacak' diyor.
Çocukları olup olmadığını soruyorum. Biri kız iki çocuğu olduğunu söylüyor. 'Şehirde yaşıyan bir kızım var, sağ olsun her hafta sonu geliyor ve bana bakıyor' diyor. Oğlundan söz etmiyor.
Tek başına yaşamaktan korkmuyor musunuz? deyince, tebessüm ediyor. Bu sırada avcıların sandığımız köpek yanımıza geliyor, başını okşuyorum. Karabaş'ı çok sevdiğini, onunla beraber yaşadığını anlatıyor.
Arkadaşlarımın gidiyoruz diye seslenmesi üzerine, istemeyerek, sohbetimizi kesip kalkıyorum.
İçimde, ilk defa karşılaştığım bu yaşlı adama karşı sıcak bir duygu oluşuyor. Sanki yıllarca beraber yaşadığımız bir insandan ayrılıyormuşum gibi hüzünleniyorum. Yaşlı adam zorlukla yerinden kalkarak beni yolcu etmeye çalışıyor, gözlerinin iyi görmediğini anlıyorum.. Elini öpüyorum, birden bana sarılıyor, gözlerim yaşarıyor. 'Murat'a, oğluma çok benziyorsun' diyor.
Aradan bir ay geçmesine rağmen, ormanda tek başına yaşıyan Ali Dayı'yı bir türlü unutamıyorum. İçimde ona karşı her gün biraz daha sevgi oluşuyor. Ali Dayı'yı görmek için tek başıma ormana gitmeye karar veriyorum.
Kulübenin kapısında beni Karabaş karşılıyor. Kapı kapalı, Ali Dayı yok. Ali Dayı'nın oturduğu tahta kanepeye oturuyorum ve getirdiğim ekmeği köpeğe veriyorum. Hayvanın çok aç olduğu anlaşılıyor. Daha sonra, köpek beni ormanın içine doğru götürüyor. 300 metre kadar gidince bir mezarlığa varıyoruz. Köpek, yeni gömülmüş bir mezarın başında duruyor. Ali Dayı'nın öldüğünü anlıyorum. Daha önce gelmediğim için kendimi suçluyorum.
Ali Dayı'nın mezarının yanında, üzerinde Ayşe Tunç ve Murat Tunç yazılı iki mezar daha var. Murat Tunç on yıl önce askerde şehit düşmüş. Ali Dayı'nın mezar taşına ise şöyle bir not düşülmüş.
ALİ TUNÇ
ÖLÜNCEYE KADAR, HER GÜN, BURADA YATAN ŞEHİT OĞLUNU VE EŞİNİ ZİYARET EDEREK ONLARI HİÇ YALNIZ BIRAKMAMIŞTIR.
Birden aklıma Ali Dayı'ya çok benzeyen, ben ölünce mezarıma ağaç dikin diye vasiyet eden babam geliyor. İtina ile bir ağaç fidanını sökerek Ali Dayı'nın mezarının üstüne dikiyorum.
Bundan sonra artık, mezarını ziyaret edebileceğim benim de bir babam olacak.
A Kadir Bekçi
29 Kasım 2016, Bahçeköy / Seferihisar